MERYEM 16 / 26 |
وَاذْكُرْ
فِي
الْكِتَابِ
مَرْيَمَ
إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ
أَهْلِهَا
مَكَاناً
شَرْقِيّاً {16}
فَاتَّخَذَتْ
مِن
دُونِهِمْ
حِجَاباً فَأَرْسَلْنَا
إِلَيْهَا
رُوحَنَا
فَتَمَثَّلَ
لَهَا
بَشَراً
سَوِيّاً {17}
قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ
بِالرَّحْمَن
مِنكَ إِن
كُنتَ تَقِيّاً
{18} قَالَ
إِنَّمَا
أَنَا
رَسُولُ رَبِّكِ
لِأَهَبَ
لَكِ
غُلَاماً
زَكِيّاً {19}
قَالَتْ
أَنَّى
يَكُونُ لِي غُلَامٌ
وَلَمْ
يَمْسَسْنِي
بَشَرٌ
وَلَمْ أَكُ
بَغِيّاً {20}
قَالَ
كَذَلِكِ قَالَ
رَبُّكِ
هُوَ
عَلَيَّ
هَيِّنٌ
وَلِنَجْعَلَهُ
آيَةً
لِلنَّاسِ
وَرَحْمَةً مِّنَّا
وَكَانَ
أَمْراً
مَّقْضِيّاً
{21} فَحَمَلَتْهُ
فَانتَبَذَتْ بِهِ
مَكَاناً
قَصِيّاً {22}
فَأَجَاءهَا
الْمَخَاضُ
إِلَى
جِذْعِ
النَّخْلَةِ قَالَتْ
يَا
لَيْتَنِي
مِتُّ
قَبْلَ
هَذَا وَكُنتُ
نَسْياً
مَّنسِيّاً {23} فَنَادَاهَا
مِن
تَحْتِهَا
أَلَّا تَحْزَنِي
قَدْ جَعَلَ
رَبُّكِ
تَحْتَكِ سَرِيّاً
{24} وَهُزِّي
إِلَيْكِ
بِجِذْعِ
النَّخْلَةِ
تُسَاقِطْ
عَلَيْكِ
رُطَباً
جَنِيّاً {25} فَكُلِي
وَاشْرَبِي
وَقَرِّي
عَيْناً فَإِمَّا
تَرَيِنَّ
مِنَ
الْبَشَرِ
أَحَداً فَقُولِي إِنِّي
نَذَرْتُ
لِلرَّحْمَنِ
صَوْماً
فَلَنْ
أُكَلِّمَ
الْيَوْمَ
إِنسِيّاً {26} |
16.
Kitab'ta Meryem'i de an. Hani o kendi ailesinden, doğu tarafında bir yere
çekilmişti.
17.
Sonra onlarla kendi arasına bir perde germişti. Derken, Biz ona ruhumuzu
gönderdik. Ona tam bir insan suretinde göründü.
18.
"Senden Rahman'a sığınırım. Eğer takva sahibi bir kimse isen" dedi.
19. O da
dedi ki: "Ben ancak senin Rabbinin gönderdiği elçisiyim.
Sana temiz bir oğul
vermeye geldim. "
20.
Meryem dedi ki: "Bana hiçbir insan eli değmemiş iken ve ben iffetsiz de
olmadığıma göre benim nasıl bir oğlum olabilir?"
21. Dedi
ki: "Evet. Durum dediğin gibidir. Fakat, Rabbin: O, Bana kolaydır. Biz onu
insanlar için bir ayet ve Biz'den bir rahmet kılacağız, diye buyurdu. Buna dair
hüküm verilmiş, bitmiştir. "
22.
Derken ona hamile kaldı. Onunla yalnız başına uzak bir yere çekildi.
23.
Sonunda doğum sancısı onu kuru bir hurma ağacına dayanmaya mecbur etti.
"Keşke bundan önce ölseydim de büsbütün unutulsaydım" dedi.
24. Ona
aşağısından: "üzülme, Rabbin senin altında küçük bir ırmak akıttı"
diye seslendi.
25.
"O kuru hurma ağacını kendine doğru salla! Senin üzerine derilmiş, taze
hurma düşecektir. "
26.
"Artık ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen de ki:
Gerçekten ben, Rahman'a oruç adadım. Onun için bugün hiçbir insanla konuşmam.
"
"Kitabta Meryem'i
de an." Yani kıssayı sonuna kadar zikret. Bu, birincisinden ayrı, yeni bir
kıssanın başlangıcıdır. Hitap, Muhammed (s.a.v.)edir. Yani kudretimizin kemalini
bilmeleri için onlara bu kıssayı öğret.
BU SAYFADA AŞAĞIDAKİ
BAŞLIKLAR DA VAR
1- Hurma Ağacının ve Hurmanın
Mahiyeti: 2- Rızık Talebi için Çalışmak: 3- Rızkın Elde Edilmesi için Çalışma
Yükümlülüğü: 4- Meryem (a.s.)'ın Yediği ve
Lohusalara Uygun Yiyecekler: |
1- "Birisini Görürsen ... "
2- Konuşmamak Suretiyle Oruç Tutmak
ve Hz. Meryem 'in Suskunluğu: 3- Hiçbir insanla Konuşmamayı Adayan
Kimsenin Hükmü: |
"Hani o kendi
ailesinden" beraberinde bulunanlardan "doğu tarafında" doğu cihetinde
"bir yere çekilmişti. "
"Hani o ...
çekilmişti" buyruğunda geçen ve "hani" anlamı verilen; (...)
Meryem'den bedel-i iştimaldir. Çünkü zamanlar, içinde barındırdıkları şeyleri
de kapsar (onlara da şamildir).
"İntibaz"
uzaklaşmak, tek başına ayrılıp çekilmek demektir.
Meryem'in niçin ayrılıp
bir kenara çekildiği hususunda farklı görüşler vardır. es-Süddi der ki: Ay
halinden yahut lohusalıktan temizlenmek için ayrı bir yere çekilmişti.
Başkaları ise, Yüce Allah'a ibadet etmek için uzaklaşmıştı, demektir. Bu güzel
bir açıklamadır. Çünkü Meryem (selam olsun ona) mabedin koruyuculuğu, hizmeti
ve orada ibadet etmek için vakfedilmişti. Bu maksatla insanlardan ayrı bir
tarafa çekilmişti, Kendisini tek başına ibadete vermek için mescidin doğu
tarafında mihraba yakın bir yerde mescide girmişti. Cibril (a.s.) da onun
yanına girmişti.
"Doğu
tarafında" buyruğu doğu cihetinde bir yer demektir. Şark (doğu)
"re" harfi sakin olarak söylenir ki, kendisinden güneşin doğduğu
(görülen) yer demektir. "Re" harfi üstün olarak "eş-Şerak"
ise güneşin kendisi demektir.
Burada özellikle
"doğu" tarafının zikredilmesi, onların doğu tarafını ve nurların
çıktığı yeri ta'zim etmelerindendi, Onlara göre doğu ciheti diğer bütün
cihetlerden daha faziletliydi, Bunu et -Taberi nakletmektedir.
İbn Abbas'dan da şöyle
dediğini nakletmektedir: Ben, Hristiyanların doğuyu niçin kıble edindiklerini
insanlar arasında en iyi bilenim. Bu, Yüce Allah'ın: "Hani o kendi
ailesinden doğu tarafında bir yere çekilmişti" buyruğu dolayısıyladır. Onlar
İsa (a.s.)'ın doğduğu ciheti kıble edindiler ve şöyle dediler: Eğer yeryüzünde
doğu tarafından daha hayırlı bir yer bulunmuş olsaydı Meryem, İsa (a.s.)'ı o
tarafta doğururdu.
Meryem (a.s.)'ın
peygamberliği hususunda görüş ayrılığı vardır. Ona bu şekilde bir elçi
gönderilmesi ve melek ile konuşması dolayısıyla peygamber olduğu söylendiği
gibi, onun bir peygamber olmadığı, onunla bir beşer imiş gibi konuştuğu, onun
meleği görmesinin tıpkı Cibril'in iman ve İslam ile ilgili soru sorması
esnasında Dıhye (el-Kelbl) suretinde görülmesi gibidir, diye de açıklanmıştır.
Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar
önceden Al-i İmran Süresi'nde (42. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Allah'a hamd olsun.
"Derken, Biz ona ruhumuzu
gönderdik. " Burada ruhtan kastın İsa (a.s.)'ın ruhu olduğu söylenmiştir.
Çünkü Yüce Allah ruhları cesetlerden önce yaratmıştır. Onun yarattığı bu ruhu,
İsa (a.s.)'ın Meryem'in karnında yarattığı cesedine yerleştirmiştir.
Burada ruhtan kastın Cebrail
olduğu da söylenmiştir. Ruhun Yüce Allah'a izafe edilmesi özelliği; değeri ve
şerefi dolayısıyladır. İfadenin zahirinden anlaşılan Cebrail (a.s) olduğudur.
Çünkü şöyle buyurulmaktadır: "Ona" melek kendisine hilkat itibariyle
eksiksiz "tam bir insan suretinde göründü."
"Bir insan"
kelimesi burada ya tefsir (temyiz) yahut haldir. Meleğin ona insan suretinde
görünmesinin sebebi ise, aslı suretinde Cibril (a.s.)'ı görebilecek yahut ona
bakabilecek takatinin bulunmayışıdır. Meryem (a.s.) insan suretinde güzel bir
şekle sahip bir adamın perdeyi aşarak yanına gelmiş olduğunu görünce; kendisine
kötülük yapmak isteyen birisi olduğunu zannettiğinden:
"Senden, Rahman'a
sığınırım. Eğer takva sahibi" yani Allah'tan korkan takvalı "bir
kimse isen, dedi."
el-Bikali der ki: Cibril
(a.s.), şanı Yüce ve mübarek Rahman'ın anılışından dolayı dehşetinden geri
çekildi.
es-Sa'lebi dedi ki:
"Takı (mealde: Takva sahibi bir kimse)" salih bir insan idi. Bu işine
hayret ederek ondan Rahman'a sığındı.
"Takı"
kelimesinin "mef'ul" anlamında fail vezninde olduğu söylenmiştir.
Yani eğer sen
kendisinden sakınılması gereken birisi isen, senden Allah'a sığınırım,
demektir.
Buhari'de Ebu Vail'in
şöyle dediği bildirilmektedir: Meryem takva sahibi olan bir kimsenin:
"Eğer takva sahibi bir kimse isen" sözü üzerine vazgeçeceğini
bildiğinden böyle demişti,
Bir görüşe göre Taki o
dönemde bilinen facir bir kimsenin adı idi. Bu Vehb b. Münebbih'in görüşüdür.
Bunu Mekki ve başkaları da nakletmiştir. İbn Atiyye der ki: Bu zayıf bir görüştür,
tahmine dayalı ileri sürülmüştür. Bunun üzerine; "O" Cibril (a.s):
"da dedi ki: Ben ancak senin Rabbinin gönderdiği elçisiyim. Sana temiz bir
oğul vermeye geldim." Burada "oğul vermeyi (hibe)" kendi
tarafından diye ifade etmesinin sebebi, ona bunu haber verenin kendisi
oluşundan dolayıdır.
Verş, Nafi'den
rivayetle: "Beni Allah sana bir oğul versin diye gönderdi" anlamını
verecek şekilde; (...) diye okumuştur.
"Vereyim diye"
şeklindeki hemzeli okuyuşun manaya hamle dilmesi gerektiği de söylenmiştir.
Yani (yüce Allah buyurdu ki): Ben onu (Cebrail'i) sana bir oğul vereyim, diye
gönderdim, demektir. Diğer taraftan hemzesiz olarak "ya" ile
(Nafi'in) okuyuşunun hemzeli anlamında olması, sonradan hemzenin hafifletilmiş
olması ihtimali de vardır.
Meryem onun bu sözlerini
işitince; bunun hangi yolla gerçekleşeceğini sormak üzere:
"Dedi ki: Bana
hiçbir insan eli" nikah yoluyla "değmemiş iken ve ben iffetsiz"
zaniye "de olmadığıma göre; benim nasıl bir oğlum olabilir?" Meryem
(a.s.)'ın burada bunu söz konusu etmesi te'kid içindir. Çünkü onun "bana
insan eli değmemiş" ifadesi, helal ve haram bütün yolları kapsar.
Şöyle de açıklanmıştır:
O Yüce Allah'ın kudreti dışında herhangi bir şey görmüş değildir. Ancak bu
çocuğun nasıl olacağını öğrenmek istemişti: Gelecekte evlenecek ve kocasından
mı çocuğu olacak yoksa Yüce Allah bunu vasıtasız olarak mı yaratacaktı?
Rivayete göre Cibril
(a.s) ona bu sözleri söyledikten sonra gömleğinin yakasına ve yenine
üfleyiverdi. Bu açıklamayı İbn Cüreyc yapmıştır.
İbn Abbas der ki: Cibril
(a.s) parmağı ile gömleğinin kolunu yakaladı ve ona üfledi. Derhal İsa (a.s.)'a
gebe kaldı.
Taberi dedi ki:
Hristiyanlar, Meryem (a.s.)'ın, İsa (a.s.)'a onüç yaşında iken gebe kaldığını,
İsa (a.s.)'ın göğe kaldırılıncaya kadar otuziki yıl ve bir kaç gün dünyada
kaldığını, Meryem (a.s.)'ın onun göklere kaldırılmasından sonra altı yıl daha
yaşadığını iddia ederler. Buna göre Meryem (a.s) elli küsur yaşında vefat etmiş
demektir.
"Biz onu insanlar
için bir ayet" kudretimize dair hayrete düşürücü bir belge "ve"
ona iman eden kimseler için "bir rahmet kılacağız." buyruğunda:
"Biz onu ... kılacağız" buyruğundaki "lam", hazfedilmiş bir
fiile taalluk etmektedir. Yani, Biz onu ... olmak üzere yaratacağız,
anlamındadır.
"Buna dair hüküm verilmiş,
bitmiştir." Levh-i Mahfuz'da yazılmış ve takdir edilmiştir.
[ - ]
"Onunla yalnız
başına uzak biryere çekildi." Yani gebe kaldığı yavrusu ile birlikte
uzakça bir yere ayrılıp, gitti. İbn Abbas dedi ki: Vadinin en uzak yerine
gitti. Bu ise Beyt Lahm vadisidir. Bu vadi ile İlya arasında dört millik bir
mesafe vardır. Kavminin kendisini kocasız çocuk doğurması dolayısıyla
ayıplayacağından kaçmak için uzaklaşmıştı.
İbn Abbas der ki: O gebe
kalmakla birlikte derhal onu doğurdu. ifadenin zahirinden anlaşılan da budur.
Çünkü Yüce Allah, gebe kaldığını bildirmesinin akabinde kavminden uzakça bir
yere çekildiğini haber vermektedir. İleride geleceği üzere başka görüşler de
vardır.
"Sonunda doğum
sancısı onu kuru bir hurma ağacına dayanmaya mecbur etti" buyruğundaki:
"Onu mecbur etti" fiili; "Geldi" fiilinin hemze ile
müteaddi (geçişli) kılınmış şeklidir. Bu anlamı vermek üzere mesela "Filan
yere gelmesini sağladı, gelmek zorunda bıraktı" denilir.
Nitekim; "Onu
götürdü, gitmek zorunda bıraktı" kullanımı da bu şekildedir. Şubeyl ile
Asım'dan rivayete göre o bu kelimeyi; (...) şeklinde -aniden karşı karşıya
kalmak anlamındaki- (...) den gelen bir fiil olarak okumuştur.
Ubeyy'in, Mushaf'ında
ise; "Doğum sancısı onu ... dayanmaya mecbur edince ... " şeklindedir.
Züheyr der ki: "Ve Bize ulaşmak maksadıyla yola koyulmuş bir komşu ki,
Korku ve ümit onu (Bize) gelmek zorunda bıraktı."
Cumhur -"Doğum
sancısı" anlamındaki-: (...) kelimesini "mim" harfini üstün
olarak okumuştur. İbn Kesir'den gelen rivayete göre ise o bunu esreli okumuştur
ki; bu da doğum sancısı ve ağrıları demektir.
"Kadın doğum sancı
ve ağrılarını çekti, çeker, doğum sancısı, doğum sancısı çekmek" demektir.
"Doğumu yaklaşmış dişi deve" anlamındadır.
"Kuru bir hurma
ağacına dayanmaya ... " buyruğu da, onun gebe bir kadının doğum ağrıları
dolayısıyla tutunacak bir şeye ihtiyaç duyması gibi, dayanacak ve tutunacak bir
şeyaramış gibi olduğuna işarettir. "üzerinde herhangi bir dal ve yaprak
bulunmayan çölün ortasında kurumuş hurma gövdesi kütüğü" demektir. Bundan
dolayı sadece; (...): Hurma ağacına dememiştir.
"Keşke bundan önce
ölseydim de ... " Dindarlığı bakımından şu iki sebeb dolayısıyla ölümü
temenni etti:
1. O dine bağlılığı
noktasında kendisi hakkında kötü zanlarda bulunulacağından ve ayıplanarak
bundan dolayı fitnelere maruz kalacağından korktu.
2. Kendisi sebebiyle bir
takım kimseler ona iftiraya kalkışmasını, kendisine zina nisbetinde bulunmasını
istememiştir. Çünkü böyle bir şey, kişiyi helak eder.
Bu şartlar çerçevesinde
ölümü temenni etmek, caiz olur. Bu hususa dair yeterli açıklamalar -yüce
Allah'a hamd olsun ki- Yusuf Suresi'nde (101. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
Derim ki: Duyduğuma göre
Meryem (a.s): Ey Allah'tan başka kendisine ibadet olunacak kişi çık, diye bir
ses duymuş. O da bundan dolayı üzülerek:
"Keşke bundan önce
ölseydim de büsbütün unutulsaydım, dedi" buyruğundaki "unutulan
şey" anlamındaki (sonradan ikinci kelimenin) "nun" harfi esreli
okunuşuna göre, buradaki "Büsbütün unutulmak": Arapça'da unutulmaya
layık ve kaybolunmasından ötürü rahatsız olunmayan değersiz şey demektir. Yolcu
bir kimsenin küçük bir kazığı, bir ip parçasını vb. unutması gibi. Yine,
Araplardan nakledildiğine göre; konakladıkları bir yerden ayrılmak istedikleri
vakit: "Unutmanız muhtemel şeylere dikkat ediniz" derlermiş.
Buradaki; (...) kelimesi, (...) in çoğulu olup değersiz ve unutulabilecek
türden şeyler demektir. el-Kumeyt'in şu beyiti de bu kabildendir:
"Kudaalılar bizleri Kelp (oğulların)a bir köprü mü kılacak? Halbuki ben Meadlılar
arasında önemsiz bir kimse olmadığım gibi, onlara sonradan katılmış bir kimse
de değilim."
el-Ferra der ki: Bu
kelime kadının hastalığı esnasında kullandığı ve attığı bez parçaları demektir.
Buna göre Meryem'in; "Büsbütün unutulsaydım" sözleri bir kenara
atılmış bir ay hali bezi (gibi) olsaydım, anlamındadır.
(...) kelimesi
"nun" harfi üstün olarak da okunmuştur. (Esreli okuyuş ile) bunlar
iki ayrı söyleyiştir. "Engel, tek" kelimelerinde olduğu gibi.
Muhammed b. Ka'b
el-Kurazi ise bunu hemzeli olarak ve "nun" harfi de esreli olarak:
(...) diye okumuştur. Nevf el-Bikali ise "nun" harfini üstün ve
hemzeli olarak; (...) şeklinde; Yüce Allah'ın ecelini ertelemesi anlamındaki
kökten gelir gibi okumuştur. Bunu Ebu'l-Feth ve ed-Dani, Muhammed b. Ka'b'dan
da nakletmişlerdir.
Ebu Bekr b. Habib ise
(...) şeklinde hemzesiz olarak "sin" harfini şeddeli ve
"nun" harfini üstün okumuştur.
Taberi'nin Meryem
kıssası ile ilgili olarak naklettikleri arasında şu da vardır; Meryem (a.s),
İsa (a.s.)'a gebe kalınca kızkardeşi (ablası da) Yahya'ya gebe kalmıştı. Ablası
onu ziyarete geldiğinde: Ey Meryem, benim gebe kaldığımın farkında mısın? diye
sormuştu. [Meryem de ona: Benim de aynı şekilde gebe olduğumun farkında mısın?
dedi.] Ablası ona: Ben karnımdakinin senin karnındakine secde ettiğini
hissediyorum. Çünkü rivayete göre ablası karnındaki ceninin başını Meryem'in
karnına doğru döndürdüğünü hissediyordu. es-Süddi dedi ki; İşte Yüce Allah'ın:
''Muhakkak Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi (isa'yı) doğrulayıcı bir efendi,
nefsini sakındıran ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeler.
"(Al-i İmran, 39) buyruğunda da buna işaret vardır.
Yine Taberi'nin onun
kıssası ile ilgili olarak zikrettikleri arasında şu da vardır: Meryem (a.s),
Yusuf en-Neccar (marangoz) diye bilinen İsrailoğullarından birisi ile birlikte
bulunduğu yerden kaçmıştı. Bu kişi onunla birlikte mescidde hizmetkarlık
ediyordu. Taberi bu konuda uzun uzadıya açıklamalarda bulunur.
el-Kelbi dedi ki:
yusuf'a -ki ona zinadan gebe kaldığı söylenmişti- şöyle denildi; Şimdi hükümdar
onu öldürecek. Bunun üzerine Yusuf onunla kaçtı. Yolda Meryem'i öldürmek
istedi. Cibril (a.s) ona gelerek: Bu Ruhu'l-Kudüs'ten dolayı böyledir, dedi.
İbn Atiyye der ki: Bütün
bunlar zayıf iddialardır. Bu kıssa ayrıca onun gebe kalmış olmasını ve
kadınların alışılmış şekildeki gebelik döneminin devam ettiğini
gerektirmektedir. Sekizinci ayda İsa'yı doğurduğuna dair rivayetler birbirini
desteklemektedir. Bu görüşü İkrime ifade etmiştir. İşte bundan dolayı İsa (a.s.)'ın
bu özelliğini korumak üzere sekizinci ayda doğan çocuklar yaşamazlar. Dokuzuncu
ayda doğurduğu söylendiği gibi, altıncı ayda doğurduğu da söylenmiştir. Ancak
bizim İbn Abbas'tan zikrettiğimiz rivayet daha sahih ve daha güçlüdür.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Ona aşağısından
... seslendi" buyruğundaki; (...) lafzının "mim" harfi hem üstün
hem de esreli olarak okunmuştur.
İbn Abbas dedi ki:
"Kimse"den kasıt Cibril'dir. İsa (a.s) annesi kavminin yanına
getirinceye kadar hiç konuşmadı. Alkame, ed-Dahhak ve Katade böyle demiştir.
İşte bu durum, bu işin Yüce Allah'ın pek büyük bir muradı bulunduğu olağanustü
işlerden bir iş olduğuna dair Meryem'in lehine tanıklık eden bir belgedir. Yüce
Allah'ın: "üzülme" buyruğu da ona seslenilen sözün mahiyetini açıklamaktadır.
Bu da; doğum yaptın diye üzülme, demektir.
"Rabbin senin
altında küçük bir nehir yarattı" buyruğunda geçen "seriy" den
kasıt İsa (a.s.)'dır. Çünkü seriy, pek büyük özellikleri bulunan ve efendi
demektir. el-Hasen der ki: Allah'a andolsun ki o gerçekten "seriy"
bir adam idi. (...) tabiri ise; filan filana lütuf ve ikramda bulundu,
anlamındadır. "Filan kişi oldukça şerefli bir kavme mensub, şerefli bir
kimsedir" demektir.
Cumhur ise (burada geçen
seriy kelimesinin mealde olduğu gibi); hurma kütüğünün yakınındaki su arkına
işaret olduğunu söylemiştir. İbn Abbas dedi ki: Bu, suyu kesilmiş küçük bir
ırmak idi. Yüce Allah bunu Meryem için yeniden akıttı. Irmak (yatağın)a bu
ismin veriliş sebebi, suyun içinde akmasından dolayıdır. Şair der ki: "O
tek kulplu bir kovadır, ondan su çeken kimsenin Küçük ırmaktan su içtiği vakit,
yana yatarak ses çıkarır."
Şair Lebid de şöyle
demektedir: "Her ikisi ırmağın ortasına doğru ilerlediler ve ayıkladılar,
üzerini misk otu kaplamış bir pınarı otlardan ve sazlardan. "
Ona seslenenin İsa (a.s)
olduğu da söylenmiştir. Bu da bir mucize, bir ayet (alamet ve belge) olup onun
kalbine de sükun vermek içindi. Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir.
İbn Abbas ise; "Ona
alt tarafından ... bir melek seslendi" diye okumuştur.
İlim adamları dedi ki:
Cibril (a.s); Meryem'in üzerinde bulunduğu yerden daha alçakça bir yerde idi.
[ - ]
"O kuru hurma
ağacını kendine doğru salla! Senin üzerine derilmiş taze hurma düşürecektir.
Artık ye, iç, gözün aydın olsun ... " buyruğuna dair açıklamalarımızı dört
başlık halinde sunacağız:
1- Hurma Ağacının ve Hurmanın Mahiyeti:
2- Rızık Talebi için Çalışmak:
3- Rızkın Elde Edilmesi için Çalışma
Yükümlülüğü:
4- Meryem (a.s.)'ın Yediği ve Lohusalara
Uygun Yiyecekler:
1- Hurma Ağacının ve
Hurmanın Mahiyeti:
Yüce Allah, Meryem
(a.s.)'a hurma kütüğünü "salla!" emrini vererek, ona ölü hurma
kütüğünü canlandırmakla, ölüleri diriltmek şeklinde ortaya çıkan bir başka
belgeyi gösterdi.
Yüce Allah'ın;
"Kuru hurma ağacı kütüğünü" "be" harfi te'kid için fazladan
gelmiştir. Mesela; "Dizginleri tut, elini ver" demek gibi. Yüce
Allah'ın: "Tavana bir ip bağlasın'' (el-Hac, 15) buyruğunda da
"be" harfi bu şekildedir.
Buyruğun: Sen hurma
ağacının üzerinde bulunan taze hurmayı kendine doğru silkele, anlamında olduğu
da söylenmiştir.
"Düş(ür)ecektir"
kelimesini (...) şeklindeki okuyuşta iki "te"den birisi
"sin" harfine idğam edilmiştir.
Hamza ise; (...)
şeklinde şeddesiz olarak okumuş olup, başkasının "sin" harfine idğam
ettiği "te"yi de hazfetmiştir.
Asım ise Hafs'ın
rivayetine göre "te" harfini ötreli, şeddesiz ve "kaf"
harfini esreli olarak okumuştur.
İki "te" harfi
izhar edilerek; (...) diye okunduğu gibi; (...) şeklinde "ya" harfi
ile ve (ondan sonra gelen) "te" harfi(nin "sin" harfine)
idğamı ile de okunmuştur. Ayrıca; (...) şeklindeki okuyuşlar da vardır.
"Te" harfi ile okumalarda kasıt hurma ağacıdır, "ya" harfi
ile okumalarda kasıt hurma ağacının kütüğüdür. İşte toplam dokuzu bulan bu
kıraatlerin hepsini de ez-Zemahşerı -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmiş
bulunmaktadır.
"Taze hurma"
kelimesi "sallama" emri ile nasb edilmiştir. Yani sen bu kuru hurma
ağacı kütüğünü sallayacak olursan, üzerine derilmiş taze hurma düşecektir.
Özetle söyleyecek
olursak; bu kelimenin nasb edilme sebebi kıraatlerin manalarına uygun olarak
değişiklik gösterir. Bir seferinde fiil hurma ağacının kurumuş kütüğüne isnad
edilirken, bir seferinde sallamaya, bir diğer seferinde ise hurma ağacının
kendisine isnad edilmektedir.
"Derilmiş"
buyruğu derilmeye hazır, olgunlaşmış ve yenilebilecek hurma, demektir. Bu da;
"Meyveyi devşirdim, topladım" ifadesinden gelmektedir.
İbn Mes'ud'dan rivayete
göre "Senin üzerine derilmeye hazır taze ve bemı türünden bir hurma
düşürecektir" diye okumuştur.
Mücahid dedi ki:
"Derilmiş taze hurma" ile kastedilen acve türü diye bilinen hurmadır.
Abbas b. el-Fadl dedi
ki: Ben Ebu Amr b. el-Ala'ya Yüce Allah'ın: "Taze hurma" buyruğunun
mahiyeti hakkında soru sordum da o bana: Tam devşirilmeye hazır, yenilmeye
elverişli, diye cevap vermiş ve bunu şöyle açıklamıştı. Kuru olmayan, onu
toplamak isteyenin de elini uzattığı zaman uzak düşmeyen demektir. Sahih olan
da budur.
el-Ferra dedi ki: (...)
ile (...) eş anlamlı (derilmiş anlamında)dır. O bununla bu kelimenin iki
halinin, (...) ile (...) un maktul anlamına; (...) ile (...) un da; yaralı
anlamına gelmesine benzediği kanaatindedir. el-Ferra'dan başkası ise şöyle
demiştir: (...); bir tek hurma ağacından koparılıp, bittiği yerden alınmış olan
hurma, demektir. Bunlar (görüşlerine delil olarak da) şu beyti
nakletmektedirler:
"Verimi pek bol
bahçelerde olgun meyveler ve meyvelerinin Kopartılıp, alınması yakın (yüksekte
olmayan) ağaçların dalları ... "
İbn Abbas dedi ki; Bu, içi
boşalmış bir hurma kütüğü idi, Bunu sallayınca kütüğün üst taraflarına baktı,
aniden dallarının çıkmış olduğunu gördü, Dallarına baktı, bu sefer dallardan
hurma tomurcuklarının çıktığını gördü, Sonra yeşerdi, arkasından sarardı, daha
sonra kızardı ve yeni olgunlaşmış hurma haline geldi, arkasından taze hurma
oluverdi, Bütün bunlar bir göz açıp kapayıncaya kadar tamamlandı. Taze hurmalar
onun önüne, hem de hiçbir şekilde yara bere almadan dökülmeye başladı.
2- Rızık Talebi için
Çalışmak:
Bazıları bu ayet-i
kerımeyi şuna delil göstermişlerdir. Rızık her ne kadar kesin ise de, Yüce
Allah Ademoğlunu elinden geldiğince rızık için çalışmakla görevlendirmiştir.
Çünkü o, Meryem (a.s.)'a bir mucize vermek için hurma ağacını sallamasını
emretti, Halbuki onu sallamaksızın mucize daha ileri çapta olacaktı.
3- Rızkın Elde
Edilmesi için Çalışma Yükümlülüğü:
Rızkın kazanılması için
çalışma yükümlülüğü ve buna dair emir Yüce Allah'ın kullarındaki bir sünnetidir.
Bu -zahidlik taslayan bir takım cahillerin söylediklerinin aksine- tevekküle de
aykırı değildir. Bu manada ki açıklamalar ve bu husustaki görüş ayrılıkları da
daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Halbuki daha önceden
rızkı kendisine, rızık kazanmak için herhangi bir yola başvurmaksızın
geliyordu. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Zekeriyya ne zaman
onun yanına mihraba girdiyse, yanında bir rızık buluyordu. "(Al-i İmran,
37) Doğum yapınca hurma ağacını sallaması emredildi,
İlim adamlarımız derler
ki: Kalbinde hiçbir düşünce yokken Allah da onun bedenini yorulmaktan kurtardı.
Ancak İsa'yı doğurup onun sevgisi kalbinde yer edince iç dünyası da onun
hakkında ve onun durumu ile meşgul olunca, bu sefer rızkını kazanma işini O'na
havale etti ve kulları hakkında geçerli olan sebeblere yapışmak şeklindeki
ilahi sünnete göre davranmasını emretti,
Taberı, İbn Zeyd'den
naklettiğine göre İsa (a.s) annesine: üzülme, demiş, Annesi ona: Benim kocam da
yok, kimsenin cariyesi de olmadığım halde ve sen benimleyken nasıl olur da
üzülmeyeyim? İnsanlara karşı ileri sürebileceğim herhangi bir mazeretim var mı
ki? "Keşke bundan önce ölseydim de büsbütün unutulsaydım, dedi" İsa
(a.s) ona: Ben senin ayrıca konuşmana gerek bırakmayacağım, dedi.
4- Meryem (a.s.)'ın
Yediği ve Lohusalara Uygun Yiyecekler:
er-Rabi' b. Haysem dedi
ki: Bu ayet-i kerime dolayısıyla bana göre lohusa kadının en iyi yiyeceği taze
hurmadır. Yüce Allah eğer lohusa kadın için taze hurmadan daha iyi bir
şeyolsaydı, şüphesiz onu Meryem'e yedirirdi.
Bundan dolayı da: Ta o
zamandan bu yana lohusalara hurma yedirmek adet olagelmiştir. Tahnik (yeni
doğmuş çocuğun ağzına çalınan çiğnenmiş az miktardaki hurma) için de böyledir.
Denildiğine göre kadının
doğum yapması zorlaşacak olursa, en iyisi ona taze hurma yedirmektir. Hastaya
da baldan faydalı bir şey yoktur. Bunu da ez-Zemahşeri zikretmiştir.
İbn Vehb dedi ki: Malik
dedi ki: Yüce Allah: "Derilmiş taze hurma" diye buyurmuştur. Bu da
dalındaki hurma meyvesinin altından delinmeksizin ve bozulmaksızın
kendiliğinden olgunlaşması demektir. Dalındaki hurmanın olgunlaşması için böyle
bir uygulama mekruhtur. Malik bununla bu işin, bir meyvenin vaktinden önce
olgunlaşmasını çabuklaştırmak olduğunu ve kimsenin böyle bir iş yapmaya
kalkışmaması gerektiğini, birisi bunu yapacak olursa bu halinin o meyvenin
satılmasını caiz kılmayacağını ve olgunlaşmış olduğu hükmünü taşımayacağını
anlatmak istemiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-En'am Suresi'nde
(99. ayet, 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.
Talha b. Süleyman'dan
rivayete göre o; "Derilmiş" kelimesindeki "cim" harfini
"nun" harfine tabi kılarak esreli okumuştur. Yani Biz senin için akan
küçük ırmakta ve taze hurmada iki fayda takdir ettik: Bunlardan birisi yiyip,
içmendir. İkincisi ise gönlünün teselli bulması ve ferahlamasıdır. Çünkü
bunların ikisi de mucize idi. İşte Yüce Allah'ın: "Artık ye, iç, gözün
aydın olsun" buyruğunun anlamı da budur. Yani sen derilmiş taze hurmadan
ye, akan sudan iç, peygamber olan evladını görmekle de gözün aydın olsun.''
"Aydın olsun"
kelimesi "kaf" harfi üstün olarak okunmuş olup cumhurun kıraati
böyledir. et-Taberi ise "kaf" harfi esreli olarak okumayı da
nakletmektedir ki; bu Necidlilerin şivesidir. Bu fiilin muzarisi
"kaf" harfi esreli de söylenir, ötreli de kullanılır. "Allah
gözünü aydın etti, onun gözü de aydın oldu" demektir. Bu kelime soğuk
anlamına gelen; (...) den alınmıştır. Diğer taraftan sevinç gözyaşı serindir,
keder gözyaşı da sıcaktır. Bazıları bu görüşün zayıf olduğunu belirterek şöyle
demişlerdir: Bütün gözyaşları sıcaktır. "Allah gözünü aydın etti"
ifadesi Allah onun gözüne karar ve sükun buluncaya kadar sevdiği şeyleri
görmeyi nasip etmekle ona huzur ve sükun verdi, demektir. "Filan kişi
benim gözbebeğimdir, tabiri ona yakın olmakla benim ruhum huzur ve sükun bulur,
demektir.
eş-Şeybani der ki:
"Gözün aydın olsun" buyruğu, uyu anlamındadır. Yemeye, içmeye ve
uyumaya onu teşvik etmiştir.
Ebu Amr der ki:
"Allah gözünü aydın etti" ifadesi ona uyku verdi ve uykusuzluğunu giderdi,
demektir.
"Gözün" temyiz
olarak nasb edilmiştir. Bu; "Gönlün hoş olsun" demeye benzer.
Gerçekte fiil, göze ait olmakla birlikte burada fiil göz sahibine nakledilmiş
bulunmaktadır. Gerçek manada fail olan bir kelime ise tefsir (temyiz) olarak nasb
edilmiştir. "Gönlüm hoş oldu, her tarafım yağ doldu, her tarafımdan ter
boşandı" ifadeleri de bunun gibidir. Buna benzer ifadeler pek çoktur.
[ - ]
"Eğer insanlardan
birini görürsen de ki: Gerçekten ben Rahman'a oruç adadım" buyruğu ile ilgili
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- "Birisini Görürsen ... "
2- Konuşmamak Suretiyle Oruç Tutmak ve
Hz. Meryem 'in Suskunluğu:
3- Hiçbir insanla Konuşmamayı Adayan
Kimsenin Hükmü:
1- "Birisini
Görürsen ... "
"Görürsen"in
aslı (te'kid ve cezmden önce): (...) şeklindedir. Burada hemze hazfedilip
fethası "re" harfine nakledildiğinden; (...) şekline dönüşmüştür.
Daha sonra birinci "ya" harfi harekeli olduğundan kendisinden önceki
harf de meftuh olduğundan "elif"e kalb edilmiştir. Bu sefer birisi
"ya"dan "elif"e dönüşmüş olan harf, diğeri müenneslik
"ya"sı olmak üzere iki sakin harf arka arkaya gelince, iki sakinin
arka arkaya gelişi dolayısıyla "elif" hazfedilince (...) oldu. Sonra
da cezm alameti olarak "nun" hazfe dil di. Çünkü; " ... se"
şart edatıdır. (...) ise sıladır. Geriye; (...) kaldıktan sonra şeddeli te'kid
"nun"u girmiştir. Bu sebebten de iki sakin arka arkaya geldiğinden
te'nis "ya"sı esreli olmuştur. Çünkü şeddeli "nun" birisi
sakin olan iki "nun" demektir. O bakımdan fiil; (...) haline
gelmiştir. İbn Düreyd'in şu mısraında da böyledir: "Sen benim başımın
renginin ... e benzediğini görüyorsan"
el-Efveh'in şu mısraında
da benzer bir şekilde kullanılmıştır: "Sen eğer başımı ... küçümsediğini
görürsen"
Burada "nun"un
gelmesi; (...) ın tevtiesi (zemin hazırlaması) dolayısıyladır. Nitekim kasem
"lam"ının gelmesi dolayısıyla da böyle bir "nun" gelir.
Talha, Ebu Ca'fer ve
Şeybe ise; (...) şeklinde "ya" harfini sakin "nun" harfini
üstün ve şeddesiz olarak okumuşlardır. Ebu'l-Feth, bu şaz bir kıraattir,
demiştir.
2- Konuşmamak
Suretiyle Oruç Tutmak ve Hz. Meryem 'in Suskunluğu:
Şanı Yüce Allah'ın:
"De ki: Gerçekten ben ... adadım" buyruğu şartın cevabını teşkil
etmektedir ki, bunda takdir! bazı ifadeler de vardır. Yani; eğer birisi sana
çocuğun hakkında soru soracak olursa sen: "De ki: Gerçekten ben Rahman'a
oruç" yani konuşmamayı "adadım." Bu şekildeki açıklamayı İbn
Abbas ve Enes b. Malik yapmıştır. Ubeyy b. Ka'b'ın kıraatinde: "Gerçekten
ben Rahman'a konuşmamak suretiyle oruç adadım" şeklindedir. Bu, Enes'ten
de rivayet edilmiştir. Yine ondan "vav"lı olarak; (...) diye okuduğu
da rivayet edilmiştir. İki lafzın (yani rivayetin) farklı oluşu, bu fazlalığın
Kur'an'ın bir lafzı olarak değil, tefsir olarak zikredilmiş olduğunu
göstermektedir. Burada "savm; oruç" ile birlikte "vav"
harfinin (Enes'ten gelen ikinci rivayette olduğu gibi) getirilmesi halinde, bu
susmanın oruçtan ayrı bir şeyolduğunu kabul etmek imkanı vardır. Ancak hadis
ehlinden ve dil ravilerinden gelen ve birbirini destekleyen haberler savmın,
susmanın kendisi olduğu şeklindedir. Çünkü savm, alıkoymak anlamına
gelmektedir. Susmak (samt) ise konuşmaktan uzak durmak anlamındadır.
Bunun bilinen oruç
olduğu da söylenmiştir. Onlar oruçlu oldukları gün işarette bulunmaları
müstesna konuşmamakla da yükümlü idiler. Enes (ra)ın "vav" ile
okuyuşu buna göre açıklanır. Diğer taraftan oruç tuttukları gün konuşmamak
yükümlülüğü adakla birlikte söz konusu olurdu. Nitekim bizim ümmetimizden
herhangi bir kimse Beytullah'a yürüyerek gitmeyi adayacak olursa bu, onun hac
yahut umre kastı ile ihrama girmesini gerektirir.
Bu ayet-i kerımenin
anlamı şudur: Yüce Allah, Meryem (a.s.)'a, Cibril (a.s) -yahut az önce geçen
görüş ayrılıklarına binaen oğlu- vasıtası ile insanlarla konuşmaktan uzak
durmasını ve bu konuda utanmasının önlenmesi için de oğluna işi havale etmesini
ve böylelikle mucizenin açıkça ortaya çıkarak, mazur olduğunun kesinlikle
ortaya çıkmasını sağlamasını emretmişti.
Ayetin zahirinden
anlaşıldığına göre ayet-i kerimede geçen bu lafızları söylemesi, kendisine
mubah kılınmıştı. Cumhurun kabul ettiği görüş budur. Bir kesim de şöyle
demiştir: "De" emri sözlü olarak değil, işaretle bunu anlat demektir.
Zemahşeri der ki: Bu
görüşe göre sefih (şirret) kimselere karşı susmak vaciptir. İnsanların en
zelillerinden birisi de, kendisine karşı şirretlik edecek kendisi gibi şirret
birisini bulamayan şirret kimsedir.
3- Hiçbir insanla
Konuşmamayı Adayan Kimsenin Hükmü:
Hiçbir insanla konuşmamayı
adayan bir kimsenin bu adağı Allah'a yakınlaşma (kurbet)dır. O bakımdan bu
adağını yerine getirmesi gerekir, denilebileceği gibi: Bu bizim şeriatimizde
caiz değildir. Çünkü böyle bir adak hareket alanını daraltır ve nefse azaptır.
Bir kimsenin güneşte ayakta durmayı vb. şeyleri adamasına benzer. Buna göre
bizim şeriatimizde değil de onların şeriatinde susmayı adamak caizdi. Buna dair
açıklamalar daha önceden geçmiştir. İbn Mes'ud böyle bir adakta bulunan kimseye
konuşmasını emretmiştir, doğru olan da budur. Çünkü Ebu İsrail ile ilgili
Buhari'nin İbn Abbas'tan rivayet ettiği hadis bunu gerektirmektedir.
İbn Zeyd ve es-Süddi der
ki: Onların sünnetinde oruç hem yemekten hem de konuşmaktan uzak durmayı
gerektiriyordu.
Derim ki: Bizim oruç
tutmaktaki sünnetimiz (yolumuz) ise çirkin sözler söylemekten uzak durmaktır.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse
oruçlu olduğu vakit çirkin söz söylemesin, cahillik etmesin. Bir kimse onunla
çarpışmaya yahut onunla sövüşmeye gelirse, o: Gerçek şu ki ben oruçluyum,
desin. "
Yine Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Kim yalan ve kötü söz söylemeyi ve onun gereğince amel
etmeyi terketmeyecek olursa o kimsenin yemesini, içmesini terketmesine Allah'ın
bir ihtiyacı yoktur. "
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN